9 Eylül 2009 Çarşamba

Summer of Rock vol.2 - İlk Deplasman

Efendim, uzuuunca bir aradan sonra bu yaz seyrettiğim konserler serisinin 2. bölümü ile karşınızdayım. Beni tanıyanlar bilirler, hatır - gönül ilişkileri sebebiyle Bulgaristan ile pek bir içli dışlıyımdır. Daha önce yaptığım Bulgaristan ziyaretlerinden birinde (Sene 2005 galiba) canlı canlı Paradise Lost seyretmenin zevkine varmak ile kalmamış ayrıca Bulgar Metal seyircisinin konserlerdeki birbirine saygı düsturu ve ucuz bira + yemek fiyatları ile de bol bol şaşkaloza dönmüştüm.

Bilmeyenler için şöyle anlatayım: Paradise Lost konseri kapalı spor salonunda idi ve salon tıklım tıklım dolu olmasına rağmen aslında herkes birbirine en az yarım metre mesafede duruyor böylece herkese rahat hareket etme ve nefes alma imkanı sağlanıyordu. Ayrıca konseri en önde seyreden ben konser sırasında, mal gibi (ve asla Türkiye'de denememenizi tavsiye edeceğim şekilde) en az 5 defa kız arkadaşımı en önde yanlız bırakarak önce wc'ye ardındanda bira almaya gidiyordum. Daha sonrada elimde 50 cc'lik şişesi Türk Lirası ile 90 kuruşa karşılık gelen Tuborg ile hiç zorlanmadan en önce ve kız arkadaşımın yanındaki bana ayrılmış boş noktaya tekrar yerleşiyordum.

Bu hatıraların bende oluşturduğu güzel hisler ile bu senede yaz tatilimde Bulgaristan'a giderek konser, festival takip etmeye karar vermiştim; ve İstanbul'da yaptığım hazırlık maçları sonrasında Haziran sonunda bu seneki ilk deplasman mücadelem için Sofya Hristo Botev Hall'da (Kapalı Spor Salonu) idim. Daha önceden Andre Levski futbol sahasında yapılacağı söylenen ama az(!) bilet satışı ve hava koşullarının azizliği dolayısıyla kapalı spor salonuna kaydırılan Rock The Balkans tek günlük festivalinin heyecan verici line-up ı şu şekilde idi:

-bilmediğim ve hiç bir festival listesinde yazmayan bir Bulgar Core grubu
-manga (evet bildiğimiz manga)
-saga (David Gilmoure'un abisinin grubuymuş diyolar)
-queensryche (gözlerimi yaşartan şerefsiz)
-limp bizkit (olmadı şimdi)

gördüğünüz gibi bana Manga'yı ilk defa gavur illerde izletecek olan bu festivalde; yılların ağır abileri, yeni albümleri American Soldier için Avrupa'yı turlayan Quuensryche grubu, dağılıp tekrar birleşerek ortamlara akan Limp Bizkit'in altında çıkacaktı. Ama olsun, efsaneyi canlı canlı görmenin ve onunla beraber şarkı söylemenin bedeli olmaz diyerek 40 lira'ya tekabül eden biletimizi aldık ve salona yollandık.

Salona vardığımızda Bulgar insan güruhu içerde çalan Bulgar Core grubunu dinlemek yerine dışarda çimlere yayılmış şisesi 1.5 lira olan biraları devirmekle meşguldü. Bizde bir süre onlara katıldık ama sonra sırf meraktan Manga'yı izlemek için içeri yollandık. Tribünlerdeki yerimize oturarak Manga'yı beklemeye başladık. İçeride tribünlerin 1/4 ü salon içindeki ana bölümün ise sadece 1/10 u doluydu. Yani anlayacağınız Bulgar seyirciler Manga'ya pek rabet göstermiyordu. Günün Manga açısından süprizi ise EMO gitaristlerinin (adını bilemedim) Vize alamadığı için Bulgaristan'a girememesi ve konserde onun yerine eli-yüzü düzgün yakışıklı bir çocuk olan gitar teknisyeninin sahne almasıydı. Manga seyirciyi havaya sokmak için elinden geleni yapsada, çaldıkları Gansgter's Paradise coverı hariç seyirciden hiç bir tepki alamadıkları gibi belki millet eğlenir diye çaldıkları göbek havası sonucunda da homurdananlar oldu ve Manga sahneyi sıradaki gruba bıraktı.

Manga'nın ardından sahneye çıkacak grub SAGA benim için tam bir muammaydı. Sonradan öğrendimki kendileri Kanadalı bir grup eski toprak rockçı, "biz daha ölmedik" edasıyla kendilerini progressive'in dibine vurmuşlar. Enstrüman çalan 3 yaşlı amca aralarına Manowar'dan fırlamış gibi duran bir solist alarak yetenek yarışına girişmişler. Sonuç hiçte iç açıcı değil. Konserin en akılda kalıcı kısmı vokalistin son albümümüzü kaç kişi aldı sorusuna kimse cevap vermezken kaç kişi download etti sorusuna Bulgar kalabalıktan yükselen alkış sesleri idi. Ayrıca konserin sonlarına doğru baterist (yaşlılıktan olacak) elinden bageti düşürdü, vokalist bageti alarak "veriyim mi? hooop vermedim bak" diyerek bir maraş dondurmacısı edasıyla şarkı devam ederken bateristi maymun etti. Yaşlı başlı adam yapılacak iş değil. Bu grup bu solistle olmaz hocam. Roland dediydi dersiniz.

Gruplar arasında 30 dakikayı bulmayan kısa aralar sonunda bence gecenin beklenen anı geldi. Efsane adam sahnedeydi ve her yerinden efsane akıyordu. Ses düzeni muhteşem. Bir metal konserinde sahnede çalınan saksafonu bile net duyabiliyorsanız bilinki ses muhteşemdir. Geoff Tate konsere babasının anısı adına yaptığı son albüm olan American Soldier'dan peşpeşe şarkılarla başladı. Tamamen Amerikan Askerlerinin yaşanmış öykülerini anlatan bu albüm konseptine rağmen hiç milliyetçilik ya da militaristlik yapılmadan hazırlanmış. Tate tarafsız bir öykü anlatıcısı rolünü inanılmaz üstlenmiş. Sahnede de sesini tiyatral jest ve mimikleri ile süslüyerek bizi kendisine mest ediyor. Özellikle "Hundred Mile Stare ve The Killer" da performansının doruğunda. Üstüste bu albümden çalınan 4-5 şarkıdan sonra grup eskilere dönüş yapıyor. Bulgaristan'a ikinci seyahatleri olduğundan bu eskiye dönüş ilk defa Queensryche konserine giden bazı bünyeler için hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü grup sahneyi Operation MindCrime ya da Promised Land albümlerinden hiç bir şey çalmadan bitiriyor. Diyeceksiniz ki bu albümlerden hiç bir şey çalınmadı o zaman nasıl eskiye dönüş; efendim şöyle anlatayım. Bu saatten sonra grup Warning, Rage for Order, Empire gibi nispeten daha az bilinen albümlerinin efsane şarkılarıyla konseri tamamlıyor. Warning, Jet City Woman, I dream in Infrared gibi şarkıları hayatta canlı duyabileceğimi ve Tate'e bağıra çağıra eşlik edebileceğimi düşünmezdim. Yüzümde gülümseme gözümde nostaljinin buğusu ile konser benim için bitiyor.

Ben ve yanımdakiler her ne kadar böyle düşünsekte, Queensryche'ın performansı boyunca salonun içinde biriken kalabalığın biraz hareketsiz kalması bize sürekli bunun bir Limp Bizkit konseri olduğunu hatırlatıyor. Zaten bir süre sonra yanında ebeveynleri ile 12-15 yaş arası bir çocuk güruhu konser alanına akın etmeye başlıyorki akıllara zarar (ama sahalarda görmek istediğimiz görüntüler). Quuensryche'ın sahneden inmesiyle önümüzde oturan yaklaşık 30 kişilik kızlı erkekli (bizim Bağdat Cad. civarında görmeye alışık olduğumuz tip kıyafetler giyinmiş) bir grup ayağa kalkıp bağırmaya başlıyor. "Bizkit! , Bizkit!"

Meraktan oturup bekliyoruz. Bu sırada 2 liralık tuborg bira ve 2.5 liralık 1 tanesi iki adam doyuran hayvani sandviçler ile karnımızı doyuruyoruz. (iki tür sandviç var etli meat&great ve pernirli my far greek sandwich)

L.B. sahnesinin hazırlanması uzun sürüyor. Bannerlar asılıyor, bateri platformu kuruluyor. DJ platformunun oraya Bulgarian Limp Bizkit Fans yazılı Bulgar bayrağı asılıyor. Bu bayrak kendilerine meet & greet sırasında verilmiş. Neyse işte sabırsız bekleyişten sonra Limp Bizkit konseri başlıyor. Tribünler %90 sahne alanı ise %60 filan dolu. Herkes bir anda yerinde zıplamaya ve elleri yukarı aşağı sallamaya başlıyor. Hakkını vereyim seyirci iyi, şarkıları da ezbere biliyor gibi. Gibi diyorum çünkü şarkıları bilmediğim gibi hiç bir şey duyamıyorum da. Az önce Queensryche sırasında duyduğumuz enfes ses sistemi gitmiş, yerine Bas vurunca tavan konstrüksüyonunun titrediği, bateri vurunca de zeminin hopladığı arada vokal ve klavyenin kesinlikle duyulmadığı bir ses gelmiş. Bir şey anlamak imkansız, ayrıca anlasak bile bence keyif almak imkansız. Bir süre sonra kız arkadaşımın abisi ile göz göze gelip "hadi biz kalkalım artık" bakışı atıyoruz birbirimize. L.B.'den 3-5 şarkı duymaya çalıştıktan sonra aklımızda hala Tate'in sesi ve görüntüsü ile konser alanını terkediyoruz.

Salonun dışına çıktığımızda genel olarak bir sessizlik hakim. L.B.'nin dev gibi tur otobüsü salonun kapısında bekliyor. Dışarıdaki sessizlik 2 saniyede bir bas vurunca salonun dış kaplamalarının titremesiyle bozuluyor. L.B sevmediğim için halime şükrediyorum. Ucuz votka içip 2 gün sonra Kavarna şehrinde başlayacak Kaliakra Rock Fest'e hazırlık yapmak için erkenden eve dönüyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder